Kale...Şubatta bir kuşluk vakti


Saatler, bir telâşla öğleye varmaya çabalıyordu. Kuşluk vakti sesleri, renkleri, kokuları ile kucaklaştım Kale’nin. Ne özlemiştim, hani burnumun ucundaydı, tütüyordu nicedir.
Üzerlerine kim bilir hangi yaşamların izleri derin derin sinmiş eski eşyaların arasında gezindim, gözlerimizle konuştuk, kimsecikler duymadı bizi.
Allı, sarılı, yeşilli, turunculu baharatlar, sabah esintisinde edâ ile salınan, bir uçlarından çiviye tutturulmuş kilimler, hasır sepetler, tahta kaşıklar, Buldan bezinden ortalarına nazar boncukları işlenmiş örtüler, rengârenk camlı, boy boy fenerler, mumluklar, kocaman bakır leğenler, maltızlar daracık dik sokakların iki yanından eğilmiş geleni geçeni seyrediyorlardı.
Hava mûnisti üşümeden gezmeme, gözlerime sevgi ile bakan bütün dostlarla uzun uzun hasret gidermeme izin verdi.
Yalnızca bir alacağım kalmıştı Kale'den:
-Kendime bile izah edemediğim-; her ziyaretimde sükûnlu bir huzuru âdeta yudumladığım Pirinç Han'ın o küçücük, yıllara direnen sevimli avlusunda ince bellide tavşankanı keyfi...
Sekiz Şubattan aldıklarım, ona bıraktıklarım...