Bir Oyun İçin Yazılmıştır


Ustam elinde, abanoz ve akağaç gövdelerinin, kurak, belki de yağmur bereketi sinmiş bir yılda büyüyen halkalarından kesilmiş; birbirlerine tam bitişsinler diye çıkıntılı kenarlarından ince uçlu bir marangoz keskisiyle hafifçe yontulmuş, siyah beyaz kutucuklardan mürekkep bir oyun ile karşımda duruyordu. 
Üzerimde turuncu güneşli dupduru bir gök, içimde serpilip yeşermeyi bekleyen bir fidan, kozasından çiçekli kırlara daha henüz süzülmüş bir naif kelebek, saf bir toyluk ile her şeyin özüne dokunabilme sevisi... Evvelbahardı zamanlardan.
Ne var ki oyun üzerine bir şey söylememişti ustam. Nasıl oynanırdı ki! Beyazların adımlarıyla mı ilerleyecektim, siyahlarınkiyle mi yoksa? Kim başlayacaktı önce. Çok sonraları anladım; her hamlenin sonucu bir kazanç ya da bir kayıptı. Oynarken, oynaya oynaya öğrenmiştim oyunun inceliklerini. Pişmiştim.
Karsız, yoksul bir kış var dışarıda. Demir rengi soğuğa karışıyor düşüncelerim. Soruyorum yürürken kendime: Hangimizim ben şimdi? Usta mı Oyuncu mu?
*Bilirsin, sadece ruhlar üşümez.
*Şunu bilmeyen var mı: sevgiden doğar vicdan?
*Denizim ben batık aşklarla dolu.
Yenice okuduğum, Kazak şair Mukağali’nin, yüzyıllardan yansıyan huzmesinde Shakespeare’in ve bilge yazarımız M. Cevdet Anday’ın, yaşamdan yaşam damıtan bu muhteşem dizelerini kim bilir kaç kez ve zamanın bütün kipleriyle çekerek tekrarlamıştım içimden, şu son birkaç gündür; kelimelerin ruhu olduğunu derinliklerimde duyarak. Evet, inanıyorum, kelimelerin özgür, yumuşak, âsi, sevecen, hayalperest, çocuksu ruhları var; bir satırda, bir dizede büyülüyorlar bizleri
Kelimeler, ahh kelimeler! Belleklerimizde solmayan, solsalar bile hep yedi renge solan sihirli varlıklar, kelimeler.
Yılın İlk günlerine düşülmüş bir kayıt: Yaşananların özü meğer oyunda imiş, şimdi artık çok iyi biliyorum.