Dünyanın Bir Kıyısından


Sevgili A...,
Döneli henüz birkaç gün oluyor. Sana son fotoğraflarımı hayalimde, tıpkı eskinin mektuplu günlerinde olduğu gibi mahallenizin postanesine yolladım. Ve senin paketi açan telaşlı ellerini düşledim.
Bir iç serüvenini bize her baktığımızda yeniden ve yeniden yaşatan, bir vakti damıtan ama onun akıp gidişine aldırış etmeyen fotoğraflar...
Bu defa onlarla, zeytin yapraklarının gümüşünü, çölün dingin ıssızlığını, kaktüslerin zalim güzelliğini duyacak, güneşin pişirdiği kızılımsı topraktaki esmer hayatlara, vahalara, yılan, maymun oynatılan meydanlardaki tuhaf kalabalıklara karışacaksın.
Hatırlayamıyorum şimdi, Todra, belki de Ziz vadisiydi. Ben, ufka yaslanmış dağlarla birlikte uzayıp giden vadinin sonsuzluğunda kaybolmuşken Galeano’nun satırlarını ansıdım.
*Pilar ve Daniel Weinberg’in oğlu kıyıda vaftiz edildi. Vaftiz töreninde ona kutsal olanı öğrettiler.
Bir deniz kabuğu hediye ettiler.
“Suyu sevmeyi öğrenesin diye.”
Kafesteki bir kuşu serbest bıraktılar:
“Havayı sevmeyi öğrenesin diye.”
Bir hatmi çiçeği verdiler:
“Toprağı sevmeyi öğrenesin diye.”
Ve bir de ağzı kapalı küçük bir şişe verdiler:
“Sakın açma bunu, sakın. Gizemi sevmeyi öğrenesin diye.”
Bir deniz kabuğu ile suyu, bir hatmi çiçeği ile toprağı, bir kuşun özgürlüğünde havayı, ağzı kapalı küçük bir şişeyle hayatın gizemini sevmeyi öğrenebilmek, aslında hayat sözcüğünün asıl anlamının sevgi olduğunu öğrenebilmek olmalıydı ve yaşamın özünün hiçbir şey gibi görünen naif ayrıntılarda gizli olduğunu sezebilmek.
Burada bu Mağrip ülkenin sokaklarında, caddelerinde karşıma çıkan Moresk mimari ile Endülüs ve Santiago de Compostela yürüyüş patikaları üzerine tatlı sohbetlerimiz geldi aklıma. 
Fotoğrafların arasına bu bahardan bir çiçek kurutup koydum A...
Büyük özlemimle
Ankara, 18 mart 2024
(*) Eduardo Galeano’nun Yürüyen Kelimeler kitabından alıntı.
Bu pazar günümün düşünceleriydi. Bildiklerimdi aslında, bildiklerimizdi. Belki zaman zaman unuttuklarımız. Hatırladım, tekrarladım bildiklerimi, bilgece yaşamın aydınlığını süzdüm içime bilgelerin sözleriyle.
Doğmak, cismen varoluş; olmak, oluşmak, olgunlaşmak ise başka bir şey.
Doğum ile ölüm arasındaki sıradan yolculuğumuzda, dokunabildiklerimiz, tenimizde hissettiklerimizden çok, içeride olana, tözün gizemine duyduğumuz arzu ile olgunlaşıyoruz. İşte o vakit, ruhlarımız renklerini ışığa açıyorlar.
2024, 18 Şubat Ankara
(*) Tarık Günersel, Yaşama Düşünceleri 6011 kitabından alıntılar.