Şimdi Bir Başka Mart’ın Alacasından Geçiyor Kırlangıçlar
Küçük odanın penceresinin yani başındaki masamda eski yazılarımı karıştırıyorum.
Hayatın süreğen değişiminde pusulasını şaşırmış duygular, saplantılar, tekrarlar, şiir parçaları, zamanı ve uzamı kestirilemeyen içime doğru yol alışlarım, yeni tanışılmış yerlerin ruhumdaki izdüşümleriyle dolu bir yığın yazı. Kimi zaman kelimelerin bile kendinden yorgun düştüğü bir yığın yazı. Bir ömrün hikâyesi bir nevi. Ve yazılmayı bekleyenler.
Martlardan birinde yazmışım: “Mart’ın Arka Kapısı”. O yazıyı hazırlayan sabahı ansıyorum okurken. Bir arayıştı, bir bilinmezin peşine düşüştü. Belki de bir öykünün çıkmaz sokaklarında kaybolmak istiyordum o sabah.
Bazen derin ve sahici bir şeyden bir hikâye kurarız. Bazen de hikâyelerimiz gerçeğin ta kendisidir. Düşünüyorum; biri diğerinden daha az anlamlı olabilir mi?
Günün ilk soluk ışıklarıyla karşıda iğde renkli tepeler yavaşça biçimleniyor.
Mart’ın alacasından yine kırlangıçlar geçiyor.
*...Bense, kendi “benimin” bilinmeyenlerini öğrenmeye bir yolculuğa çıkıyorum. En uzun gecelerime, en uzak şehirlerime, en uykusuz sabahlarıma, sevgilerime, tutkularıma gidiyorum. Unutmak istediklerimi, sakladığım kuytularımdan çıkarıp yüzleşiyorum hepsiyle bir bir. Gürleşen sessizliğimin sözcüklerini arıyorum her birinde.
Bi ara, Âmade Bey’in Şen Tabiat Kıraathanesi’ ne düşürüyorum yolumu. Laflamaya. Gavril, Dürnev, Dilsiz, Lâedri, Amâde Bey nasıl koyu bir muhabbete dalmışlar. İlişiyorum bir kıyıcığa usulca. Fark etmiyorlar beni.
“...Âmade Bey: Geçenlerde sordu oğlum, anlatılanlar nereye gidiyor? Eski sesler nereye gidiyor? Anlatılanların üstüne gelmiş görünen sesler nereye gidiyor peki. Bunu da ben soruyorum. Bunu anlatsana. Adam ile kadın sevdalandıysa mesela, ölüyorlar da o aşk nerelere gidiyor?”
Kendimi tutamayıp heyecanla atılıyorum. “Sen de kimsin” der gibi şaşkın bakıyorlar yüzüme.
-Aktunç ‘u okuyordum; bilemezsiniz, bu kıraathane ve bu hararetli sohbetiniz beni nasıl etkiledi. Teklifsiz giriverdim söze, bağışlayın. İnanın ben de tam içinden bir türlü çıkamadığım ince sorularımla kıvranıp duruyorum şu sıralar.
Sevgili Gavril, Lâedri, Dürnev, Dilsiz, Amâde Bey yani anlayacağınız sorma sırası bende şimdi. Hadi cevap verin bakalım. Söyleyin. Ya benim şiirlerimdeki kırılgan seslerim, nahif duyuşlarım, ruh bükülmelerim nereye gidiyor? Yoksa kayıp mı oluyorlar devr-i dâimin burgaçlarında?..
(*) 25 mart 2022 tarihli Mart’ın Arka Kapısı yazımdan alıntı